Temmuz 29, 2004

Yeşil bir düş Çağlayan Vadisi

Meşe, Çatak ve Çemlik diye sıralanıyor Çağlayan Vadisi’nin yaylaları. Karadeniz’in gürleyen yeşiliyle sırılsıklam...

Taptaze, gür bir yeşillik hakimdi dağlara. Daracık orman yolundan tüm vadiyi homurtulara boğan bir kamyon kasasında ilerliyorduk. Rize’nin sahil ilçesi Fındıklı’dan başlayıp iki saat süren yolun sonunda nihayet orman içine dağılmış birkaç ev göründü. Motor sustu.



“Buraya kadar,” dedi Yılmaz Öksüz. “Yolun geri kalan kısmını yalnız tırmanacaksın. Burası Açhozlı, bizim
yaylamız.”

Daracık vadiden Çağlayan Deresi’nin uğultuları yükseliyordu. Taşlı, çamurlu patikaya saptım ve başladım tırmanmaya. Gökten inen sis, vadiden püsküren su zerrecikleri ve dev ağaçlarla kaplı karanlık vadi, masallardaki gizli diyara ulaşan büyülü bir yolu andırıyordu. Patika yükseldikçe dikleşti ve daha
ürkütücü hale geldi. Uçurumlardan kayıp düşmemek için yosun tutmuş şimşir ağaçlarına tutunarak
ilerledim. Büyük bir şelalenin kıyısında mola verdim.




OSMAN AMCA’NIN YAYLA EVİ

Yaylacıların dört saatte aldıkları yolu güneşin batmasına yakın yedi saatte tırmanabildim ve sonunda kavuştum Meşe Yaylası’na. Ormanın eğimli küçük bir açıklığına kurulu birkaç şirin ahşap evden ibaret Meşe Yaylası. Çağlayan Vadisi’nden patikayla ulaşılan ilk yayla burası. İlkbahar geldiğinde ilk önce bu yaylaya çıkıyor Fındıklılılar. Her iki ayda bir, daha yukarıdaki otlakların yeşermesiyle üst yaylalara taşınıyor ve sonbaharla birlikte aşağı yaylalara inerek kışı köylerinde karşılıyorlar. Çadırımı kurarken dikkatle izledi yayla sakinleri. Ak saçlı bir ihtiyar eliyle işaret etti, “Gel”. Gittim yanına. Kuzinenin üzerinde kaynayan tencereden tabağa süt döktü, içine iri bir paça kaymak koyup karıştırdı. Şöminenin küllerini açıp taş bir tabak çıkardı. Dumanı tüten mısır ekmeğini taş tabaktan çıkartıp böldü, masaya yerleştirdi. Evin içine duvarların kaplandığı kestane ağacının hoş kokusu sinmişti. Granit taşlarla ustalıkla örülmüş büyük şöminenin üzerinde zincirle asılmış kara bir güğüm usul usul kaynıyordu. Evine göz gezdirdiğimi fark etti. “Ben yaptım” dedi gururla. İki evim daha var.



Biri bir üst yaylada, Çatak’ta, diğeri de en yukarıdaki Çamlık Yaylası’nda. Topçu Osman’dı adı. Yemekten sonra közde demlenmiş çay ikram etti. Sabah Çamlık Yaylası’na çıkacağımı söyledim. “Erkenden çık yola, çok diktir yolu. Daha yaylada kimseler yok. İki gün sonra ben de gelirim” dedi. Vedalaşıp ayrıldım. Sabah, güneş ışıkları vadiyi okşamaya başladığında kuş sesleriyle uyandım. Çadırın kapısını araladım. Bir maşrapa süt vardı kapıda, henüz dumanı tütüyordu. Yayladakilerin hoş bir kahvaltı ikramıydı.

‘AB-I HAYAT’I YUDUMLAMAK

Ormanın bittiği geniş bir alanda buldum Çatak Yaylası’nı. Sabah gelen yaylacılar harıl harıl evlerini onarmakla meşguldü. Vadi burada ikiye ayrılıyordu. Çamlık Yaylası’nın patikasına sapıp kayalıkların arasından sarı renkli komar çalılarının kıyısından saatlerce tırmandım. Tırmandıkça Marsis Dağı’nın heybeti belirginleşti. Dağların üzerine çöken sis perdesi her aralandığında daha bir yaklaşmış oluyordum
Marsis’e.



Güneş tüm kızıllığını en sona bırakmıştı. Tam Çamlık Yaylası’na varıp çeşme başında dinlenmek için oturduğumda tüm dağlar ve vadi şeker pembesine büründü.

Yamaca kurulu taş ve ahşap yayla evlerinin kapılarını teker teker yokladım. Nihayet kapısı açık birini bulabildim. Hemen şömineyi yakıp ısınmaya çalıştım. Yaylanın denizden yüksekliği iki bin dört yüz metreydi ve akşam güneş batınca sular donmaya başlıyordu. Yaylada henüz kimseler yoktu. İki gün boyunca yaylanın etrafındaki tepeleri olaşıp saatlerce karlı dağları, köpük köpük akan dereleri, çok aşağılarda kalan zümrüt yeşili ormanları seyrettim. Kayaların altından fışkıran buz gibi pınarlarda susuzluğumu dindirdim ab-ı hayat niyetiyle. Çağlayan Deresi’nin asıl adı da Abu Hemşin’miş zaten.

Karadeniz’e dökülen tüm dereler içerisinde en temizi, en mavisi bu dere. İkinci günün sonunda geldi Osman amca. Yanında sırtı eşya yüklü bir de katır vardı. Çocuklar gibi seviniyordu, sekiz ay olmuş yaylayı terk edeli. Besmeleyle açtı büyük ahşap evinin kapısındaki çifte kilidi. Karlı tepeleri gösterdi.

“Şansına bu sene çok kar yağmış, Marsis’in zirvesine çıkamazsın. İki ay sonra gene gel, bak o zaman Yusufeli’nden Salikvan Yaylası’nın arabasına binip şu karşı ki sırta kadar çıkarsın. Zirveye ben de gelirim seninle.”



MARSİS’İN ZİRVESİ

İki ay su gibi akıp geçti. Bu sefer Marsis Dağı’nın arkasından dolaştım. Salikvan Yaylası’nın yolcuları minibüsten indi. Şoför bir saatte döne döne Marsis sırtına ulaştı. “Biliyor musun yolu?” diye sordu şoför. “Bak şu patikayı takip et, iki saate kalmaz varırsın Çamlık Yaylası’na. Hadi yolun açık olsun” deyip hızla kayboldu Salikvan yolunda. Boynumu, yüzümü atkıyla sıkıca sardım. Ağustos ayıydı ama dondurucu bir rüzgâr vardı. Yokuş aşağı koşar adımlarla indim yaylaya. Evin kapısına vardım, kapıyı çaldım. Pırıl pırıl gülümseyen çehresiyle Osman Amca kapıdaydı. Hasretle sarıldı boynuma.

Sabah erkenden kalktım. Osman amca ineklerini otlağa çıkardı, sırtına yün heybesini aldı. Küçük dereleri, yüksek tepeleri arkasından soluk soluğa yetişerek tırmandım.



Marsis’in eteğine ulaşıp seke seke kayalıkları, uçurumları aşıp döne döne 3200 metrelik Marsis zirvesine ulaştık. Ben yorgunluktan nefes nefese dinlenirken o dürbünüyle aşağıdaki ineklerini gözlüyordu. On dakika sonra kalktı. “Sen dinlen hele, hava kararmadan inecek şekilde ayarla zamanını, merak ederim” deyip keçi çevikliğinde kayaların arasında kayboldu.

Hâlâ hayat doluydu Topçu Osman. Ve hâlâ bir delikanlı gibi zinde. Kışın köydeki evlerinin büyük bahçesinde yetiştirdiği portakal, mandalina, greyfurtları topluyor, soba başında ormandan topladığı kestaneleri kavuruyor, hasretle baharı, yayla zamanını bekliyor. Yaylacılık geleneği azaldıkça o üzülüyor, gençlerin yaylaya çıkmadıklarına çok kızıyor. Yayladaki son akşamımdı, üç büyük anahtar çıkardı. “Bak bu Meşe’nin, bu Çatak’ın, bu da Çamlık’ın anahtarı. Benden sonra daha kimseler çıkmaz bu yaylalara. Ama sen ne zaman gelirsen gel, bu evler senindir. Buraların tadını aldıktan sonra eminim daha çok geleceksin.”

Kaynak: THY Magazin